Nurettin Münşi Bey ve Ölüleri Yakma Cemiyeti
Avrupada ölüleri yakmağa mahsus fırını gezen Nurettin Münşi bey diyor ki: “Alevler genç kızın ipekli elbisesile, altın sarısı saçlarını bir hamlede yaladı. Bu büyük alevden sonra ölünün vticudü birdenbire doğruldu, âdeta oturmuş gibi bir vaziyet aldı. Biraz sonra güzel kızdan bir külçe beyaz kül kalmıştı..”
Her yiğitin kalbinde bir aslan yatar derler. Şüphe yok ki herkesin büyük arzulan, büyük melleri vardır. Kimi dünyanın en zengin adamı olmasını ister. Kimi dünyanın en meşhur insanı olmayı ister. Kiminin bütün emeli aşkta kazanmaktır. Kimi kumarda kazanmayı tercih eder. Kiminin bütün arzusu çok seyahat etmektir.
Velhasıl dünyada nekadar insan varsa o kadar arzu, o kadar emel vardır.
İstanbulda da meşhur bir profesör, meşhur bir kimyager var ki bütün gayesi ne dünyanın en zengin adamı olmaktır, ne dünyanın en meşhur adamı olmak.... ne de dünyanın en çok seyahat eden adamı.. Aşkta yahut kumarda kazanmak ta onun için boş ve gülünç şeylerdir.
Onun ideali gayet basittir : Öldükten sonra cehennemden daha sıcak bir fırına atılmak ve cayır cayır yanmak!
Mühendis mektebi, Topçu mektebi gibi birçok âli mekteplerde Zehirli gazlar dersi okutan meşhur kimyageri adeta koskocaman, acayip, bir mahalleyi andıran kimya lâboratuvarında ziyaret ettim:
Müthiş bir kükürt kokusu içinde, binlerce şişe, iğri büğrü yüzlerce cam boru, camdan huniler, kambur ecza ocaklan arasında oturduk. Burası Mişel Zevako’nun romanlarında kıraliçeye «Eksiri aşk» hazırlıyan eski Fransız sarayının sihirbazbaşılarmın otudukları acayip dairelere benziyor. Köşede kaynıyan camdan sürahinin içinde yeni bir aşk eksiri hazırlanıyor zannettim.
Nurettin Münşi bey zeki bir kimyagerdir. Derhal niçin geldiğimi anladı:
— Öldükten sonra yanmak meselesi için teşrif ettiniz değil mi?, diye sordu ve derhal ilâve etti:
— Yanmak mı istiyorsunuz? Aza kaydedeyim sizi?
Müşkül bir vaziyette idim. Kekeledim:
— Vazgeç üstat.. Esasen biz hayatta yanmışız.
— Zararı yok çifte kavrulmuş olursunuz.
— Hususî surette işittiğime nazaran siz bütün ailenizle beraber yanmağa karar vermişsiniz..
— Evet.. Benim kararım çok eskidir. Fakat şimdi bütün ailemiz yanmağa karar verdik. Ben, karım, kayınvaldem, biri on iki yaşında, diğeri on yedi yaşında, iki çocuğum, hepimiz öldükten sonra yanacağız. Kararımız karardır.. Bizi fikrimizden hiçbir şey çeldiremez..
— Dünyada benim için en büyük ideal yanmaktır. Bazan rüyalarıma bile giriyor. Kendimi enfes bir fırının içinde müthiş bir hararette yanıyor, kül oluyor görüyorum. Ne tatlı rüya değil mi?
Vücudümdeki tüylerin diken diken olduğunu hissettim:
— Evet.. Pek, pek, pek tatlı bir rüya üstat..
— Evet çok tatlıdır. Fakat birdenbire bir gürültü ile bu tatlı rüyadan uyanıyorum. O zaman beni bu nefis rüyadan uyandıran gürültüye nekadar kızdığımı tasavvur edemezsiniz.
Size sözlerim belki bir fantezi gibi gelir. Fakat vaziyet kat’iyyen öyle değildir. Öldükten sonra yanmak fikrine tamamile ısınmanız için her halde bir ölüleri yakma fırını, ve yanan birkaç ölü görmeniz lâzımdır. Bir ölünün yanışını görseniz derhal koşar bir ölüleri yakma cemiyetine girersiniz ve:
— Aman beni de yaksınlar, dersiniz.
— Siz gördünüz mü üstadım?
— Çoook... Bana bu fikir nereden geldi? Bakın anlatayım. Fransada tahsilde idim. Param çok azdı. İçime müthiş bir korku geldi: Ölürsem ne olacak? Çünkü Fransada toprak çok pahalı idi. Tahsilde bulunan bir genç için Pariste bir mezar sahibi olmak bir servet sahibi olmak kadar mühim işti. Adeta içime dert olmuştu: Ölürsem cesedimi ne yapacaklar? Bu sırada Ölüleri Yakma Cemiyetlerinin neşriyatı dikkatime çarptı. Bunları tetkik ettim. Çok muvafık buldum. Mükemmel şeydi. Derhal bu cemiyete girdim. En büyük gayem bir ölüyü yanarken seyretmekti. Halbuki Ölüleri Yakma Cemiyetlerinin nizamnameleri mucibince hiç kimse cemiyet azası olmadan bir ölüyü yanarken seyretmek hakkını haiz değildir. Gene nizamname mucibince her cesedin azadan iki şahit huzurunda yanması şarttır. Bunun için aza olur olmaz Cemiyetin umumî katibine rica ettim:
— Aman., dedim., bir ölü yanarken bana gösteriniz..
Kâtibi umumî:
— Peki., dedi.. Arzunuzu yerine getireceğiz.. Esasen Krematoryumda bir ceset vardır. Yarın sabah yanacaktır. Sizi yanma şahidi olarak yazıyorum.
Hayattaki en büyük arzularımdan birine kavuşmuştum. O geceyi derin bir heyecan içinde geçirdim. Ertesi günü erkenden Krematoryuma damladım. Krematoryum birçok cinai Fransız romanlarında ismi sık sık geçen meşhur Parisin Perlaşez mezarlığının bir köşesinde idi. İçeriye girdim. Etraf bir gelin odası gibi çiçeklerle süslenmişti. İçeride ölü için katoliklere mahsus âyin yapıldı. Ceset merasimle fırına sokuldu. Bu 18 yaşında altı ay evvel nişanlanmış, sapsarı saçlı fevkalâde güzel bir genç kızdı.. İçimden:
— Hakikaten bu toprağa gömülmüş olsaydı pek yazık olurdu! dedim... Böyle güzel bir çehre ve güzel bir vücut topraktan ziyade ateşe lâyıktı.. Fırının bütün kapaklan kapandı. Fırına ateşi verecek olan fırıncı iri yarı, uzun boylu King Kong gibi bir adamdı... Acaip acaip yüzümüze bakarak:
— Vakit geldi... Şahitlik yerine geçin..
dedi. Bizi iki küçük pencerenin önüne götürdü. Pencerelerde mika camlar vardı.
Fırını ateşliyecek olan adam:
— Yüzünüzü mika camlara yaklaştırın.. diye bağırdı. Gözlerimizi cama yakınlaştırdık.
Sarışın genç kız sakin, dudaklarında tatlı bir tebessümle fırının içinde yatıyordu. Halinde nişanlısını bekliyen bir sabırsızlık var gibi idi. Birdenbire motor işledi. Fırının iç kapısı açıldı. Şimdi genç kız 1400 derece hararet içinde idi.. Birdenbire güzel vücudunun üzerinden müthiş bir alev yükseldi. Olgun bir buğday başağını andıran sapsan saçları dakikasında yok oldu. Bu büyük alevden sonra ölünün vücudü sanki dirilmiş gibi birdenbire yerinden doğruldu. Adeta yatmış iken kalktı ve oturdu. Benim gibi ilk defa bir ölünün yandığını gören öteki şahit bir İngilizdi, İngilizce bağırdı :
— Dirildi galiba!
Fakat yanan ceset gene gerile gerile, şişe şişe, boylu boyuna uzandı. Evvelâ yüzü ve yağları yandı. Bir müddet sonra bembeyaz, kar gibi beyaz sütten daha beyaz bir iskelet fırının içinde yatıyordu. Bütün kemiğile, hiç bir tarafı kat’iyyen bozulmaksızın olduğu gibi kül halinde idi. En küçük kemik bile yerinden çıkmamıştı. Yalnız ortada hiçbir et, yağ ve sinir parçası kalmamıştı. Fırını işleten adam yanımıza yaklaştı.
— Şimdi o, dedi, hepimizden daha rahattır.
Fırının kapısını açtı. Beyaz kül aynen bir insan şeklinde önümüzde yatıyordu. Fırıncı onun altındaki levhayı çekti.
— Dokunun bakalım!..
— Siz gördünüz mü üstadım?
dedi, benbeyaz iskelete şöyle hafifçe dokunacak olduk. Derhal dağılıverdi. Bir yığın kül haline girdi. Öteki şahit İngiliz soruyordu:
— Niçin yanarken ayağa kalktı?
Fırıncı sakin cevap verdi:
— Her ölü öyledir., yanarken doğrulur..
Fırıncının bu sözü doğru idi. Sonra birçok defalar ölülerin yanarken doğrulduklarını gördüm. Ölü yandıktan sonra vücudunun iriliğine göre kalan kül 800 gramdan 1200 grama kadar oluyor. Genç kız ulak telekti. Külü 800 gramdan biraz fazla idi. Bu külleri topladılar, gümüşten küçücük bir kutunun içine koydular. İşte onun dünyadan büsbütün çekilişi bu kadar basit, bukar külfetsiz, bu kadar temiz oldu.ölü yanarken seyreden bir insan mutlaka, mutlaka bu cemiyetlere girer. Benim biri 12 yaşında, öteki 17 yaşındaki çocuklarım birkaç ay evvel Almanyaya gittiler. Benim tavsiyemle bir cemiyette kendilerine ölülerin yanışını göstermişler. İki yavrum bunu seyreder etmez derhal bana telgraf çektiler. Diyorlar ki: “Baba biz ölünün nasıl yandığını gördük. Hemen bu cemiyete gireceğiz.” Tabiî ben de buna büyük bir memnuniyetle razı oldum. Onlar da benim gibi cemiyete dahil oldular.
— Öldükten sonra yanmanın faydaları nedir üstat?..
— Bir kere diri diri gömülmekten kurtulacaksınız..
— Anlıyamadım üstadım...
— Anlatayım... Tababette hakikî ölümü teşhis etmek son derece müşkül bir iştir. Birçok yerlerde insanlar hakikaten ölmeden gömülüyorlar. Çünkü birçok baygınlıklar, birçok hastalıklar ölüme çok benzer. Bu gibi hastalıkları hakikî ölümden ayırt etmek çok müşküldür. Bilhassa bizde ölüyü hemen gömmek sevaptır. Halbuki ölünün hakikaten ölüp ölmediği 72 saat sonra kat’î surette anlaşılır. Bunun için cesedi 72 saat bekletmek herhalde lâzımdır. İşte krematoryumlarda bir kere bu cihet tamam le emniyettedir. Yanmak için gelen ceset 72 saat gayet mükellef, çiçekli bir salonda kalır. Bu salona 45 dereceden 90 dereceye kadar kuru hava verilir. Hakikaten ölmemiş olanlar bu müddet zarfında muhakkak bir hayat alâmeti gösterirler. Krematoryumların bu salonunda daima bekçiler bekler. Size tuhaf bir vaka anlatayım. Bir genç kızı ölü zannile krematoryoma götürmüşler... Genç kız krematoryumun ölülere mahsus mermer salor unda geceyi geçiriyormuş. Salon bekçisi birdenbire genç kızın mermer masadan kalktığını görünce fena halde korkmuş. Ve kaçmak istemiş.. Genç kız başını kaldırıp:
— Neredeyim?, diye sormuş. Bekçi bin müşkülâtla korkusunu yendikten sonra vaziyeti anlatmış... Sonra bu genç kız tamam 27 sene daha yaşamış.. Halbuki ailesinden bir zat ölüleri yakmak fikrinin aleyhinde imiş. Genç kızı o gün gömdürmek istiyormuş.. Böyle ölü olarak krematoryuma getirilen ve 72 saat bekleme salonunda tekrar hayata dönen birçok kimseler hâlâ sağdırlar. Bu itibarla krematoryumda yanmak diri diri gömülmekten kurtulmak demektir. Çünkü krematoryomda 72 saat ceset bekletildikten başka elektriklerle göz kapaklarının altına bakılarak hakikî surette ölümün gelip gelmediği de tesbit edilmektedir. Öldüğü zannile henüz tamamile hayattan ayrılmamış bir insanın mezara gömülmesini düşünün. Evvelâ mezarın hayali fena... yılan, akrep, kurtlar.. Halbuki ötekisi nekadar temiz, nekadar basit... Sonra cesetlerini yaktıranlar hayatta kalanlara en büyük iyilikleri etmiş olurlar. Bir şehirde mezarlıklar kadar suları, havayı kirleten yerler olamaz. Yanınca ne havayı kirletmek, ne de suları pisletmek var. Sonra şehirlerde erazi gittikçe kıymetleşiyor. Ben kendi cesedimle koskoca bir yeri kaplamağa kendimde hak görmüyorum. Bugün Almanyada nüfusun yüzde altmış beşini yanmak istiyenler teşkil eder. Almanyada tamam 98 krematoryum var. Çekoslovakyada yeni bir krematoryum yapıldı. Halbuki bizde bu fikre pek çok taraftar olduğu halde bir türlü bir krematoryum sahibi olamadık gitti, ölsek cesedimizi kim götürüpte Almanyadaki, Fransadaki fırınlarda yakacak. Ceset nakli çok zor. Geçenlerde ölen Japon sefirinin cesedi bile ne müşkülâtla nakledildi. Onun için toprağa düşeceğim diye ödüm patlıyor. Size diyorum ya.. Bütün idealim yanmaktır. Okadar ki bazan gece rüyama girer, cesedimin tatlı tatlı yandığını görürüm. Adeta uyandığım zaman beni bu tatlı uykudan uyandıran gürültüye kızarım. İstanbulda yanmak isteyenler ve bizim cemiyetimize dahil olmak isteyenler için karar verenler 2500 kişidir. Yakında kuracağımız cemiyetimize cemiyet azası asgarî beşer lira vermeyi taahhüt etmişlerdir. Bunların arasında 100 lira vermek isteyenler de vardır. Hesabımıza göre şimdi 25000 lira kadar bir para bulabiliriz. Fakat güzel bir kşematoryom 80 bin lira ile yapılır. Almanyada “Top” fabrikası dünyanın her tarafında krematoryumlar yapmakla şöhret kazanmıştır. Bu fabrika bize bir teklifte bulundu. Fabrika yüzde 50 tenzilâtla 40000 liraya bize bir krematoryum yapacak. Onların maksadı da bu vesile ile Türkiyede 8-9 krematoryum yapabilmek. Fakat bizim para 15000 lira., bir hanım efendi Mecidiye köyünde krematoryum için büyük bir erazi bağışladı. Niyetimiz burada yapmak... Yanmak işi.. Bu iş çok ucuzdur. Evvelâ beş lira dühuliye. Sonra her ay yarım lira., ölünce hiç bir masrafsız cesedinizi yakacaklar.
— Teşekkür ederim üstadım.
— Öldükten sonra ve yandıktan sonra herkesin külü altın, gümüş, çelik kutularla ailelerine verilir. Bazan sevgililer küllerini aynı çekmeceye koyarak yekvücut olmuş olurlar. Bu külden çıkacak çiçeğin güzelliğini düşünün... Sevdiğiniz bir vücudün külile sizin vücudunuzun külü yanyana... Fakat benim vasiyetim şudur: Yandıktan sonra herkesin atıldığı umumî kül anbarına atılmak isterim. Bazıları aileleri için bahçelerinde küçük mabet gibi bir yer yaptırmak istiyorlar. Küller burada toplanıyor. Bugün İranda bile ölüleri yakıyorlar. Bizde niçin olmasın.. Bu krematoryumu yaptıktan sonra biz derhal tesisatımızı belediyeye vereceğiz. Belediye onu istediği gibi işletsin.. Ancak bize biraz yardım etsin..
— Bizde yanmak cemiyetine girmek isteyenler arasında meşhurlar var mı?.
— Çoook.. Bilhassa meşhur doktorlar.. Doktor Osman Şerafettin Bey.. Profesör Salih Murat Bey... Anadolu ajansından Necip Bey.. Daha çok.. Aralarında pek çok hanımlar da var.
Yanımda bu izahatı hayran hayran dinliyen Foto Âli:
— Üstat, dedi, 2500 âza 2501 oldu.. Ben de bu cemiyete girmek isterim.
Hikmet Feridun’un Nurettin Münşi Bey ile yaptığı bu röportaj, Yedigün’ün 80. sayısında yayımlanmıştır.
“Ölüleri Yakma Cemiyeti”nden ötürü Nurettin Münşi Bey yıllarca dillere düşmüştü: “Nurettin Münşi Bey Vezü yanardağında yakılacakmış” (Cumhuriyet, 29 Mart 1933). Abidin Daver daha cemiyet ortada yokken Nurettin Münşi Bey’i köşesinden tenkit etmişti (Cumhuriyet, 27 Şubat 1929).
Cumhuriyet, 8 Teşrinievvel 1931 (Sol). 21 Haziran 1932 (Sağ).
Abdullah Cevdet de bu cemiyet ile alınır olmuştu (Cumhuriyet, 9 Teşrinievvel 1931). Peyami Safa da bir anısında şöyle diyordu: “On yaşımda iken bir gün bana demişti ki: «Nekadar isterim, öldüğüm zaman cesedim yakılsın, küllerinden küçücük bir heykel yapılsın, kütüphanemin üstüne konsun ve benden bu kalsın. Ne iyi olur, değil mi?» Ben bu söz üzerine hâlâ devam eden bir düşünceye daldım. Fakat şimdi, ilerliyen yaşımdan aldığım cesaretle ona cevap veriyorum: Senin vücudünün eczası ana tabiatin içine karışarak onun kadar büyüdü ve hudutsuzlaştı. Bir serçeparmağa karşı bile âciz, bir serçeparmağı boyundaki heykelin ne hükmü var? Sen kütüphanenin üstünde, donmuş ve hareketsiz bir kül parçası değil, kitaplarının içinde uzanan ve nurdan kılıcını sonsuz bir karanlığa doğru çekerek ruh kuyularını aydınlatan bir alevsin.” Cumhuriyet, 30 Teşrinisani 1933.
Vasiyeti yerine getirilmeyen yalnız Nurettin Münşi Bey değildir. Emin Muhlis Bey’in vasiyeti de yerine getirilmemişti: “İstiyorum ki memleketin yüksek tıp üstatlariyle genç doktorları çok yaşayan, dikkate şayan bir vücut üzerinde istedikleri gibi tetkikat yapsınlar. Ve vücudumu kendilerine ait bir madde gibi düşünsünler. İşte bunun için vücudümü İstanbul Darülfünunu Tıp Fakültesine teberru’la icabederse ecdadım gibi makbersiz kalmayı tercih ediyorum. Son arzum ve kararım budur.” (İçtihat 330, 1 Ekim 1931).