Büyük Yangınların Haritası
Büyük Yangınların Haritası
Devr-i Meşrutiyyet Hariklerinin İstatistiki
Cuma günü intişar eden nüshamızda yangın beliyyesinin Istanbul’da şu son seneler zarfında ika eylediği tahribata ve servet-i milliyyemizin bu afet-i hanüman-suz yüzünden ne telafi kabul etmez zararlar gördüğüne dair erkam ve malumat-ı mevsukaya müstenid olarak neşr etmiş olduğumuz « Acıklı Bir Hakikat » unvanlı makaleye derc edilecek olan haritanın klişesi tab olunacağı sırada kazaen bozulmuş ve bi’t-tab basılamamış idi. Makalede haritaya atfen bir hayli tafsilat bulunduğuna göre aradan iki gün geçmiş olmasına bakmayarak ikmal-i noksan içün klişesini tekrar yapdırmış olduğumuz bu haritayı yangın yerlerine aid tasrihat ile bugün enzar-ı kariine maa’l-itizar vaz eyliyoruz.
Istanbul’da son beş buçuk sene zarfında zuhur eden büyük yangınların haritası
« Yanan Yerler Siyaha Boyanmışdır »
1 Hasköy, 2 Çırçır/Çerçer (?), 3 Mercan, 4 Aksaray, 5 Balat, 6 Bayezid, 7 İshakpaşa, 8 Tatavla, 9 Humbaracı Yokuşu, 10 Uzunçarşu, 11 Tophane, 12 Tophane, 13 Ayasofya, 14 Kasımpaşa, 15 Yerebatan, 16 Yedikule.
Rumi 23 Haziran 1329 (6 Temmuz 1913) tarihli Tasvir-i Efkar’ın 4. sayfasında yer alan bu harita, beni yine yangınlar üzerine düşünmeye çağırdı. Fakat önce gazete yazılarının ne kadar ihmal edildiğini düşündüm. Halbuki gazete köşelerinden yalnız büyük yangınların değil her türlü olayın haritasını çıkarmak mümkündü. Bazen alfabe bazen de dil engeliyle bu gazeteler ihmal edilmişti. Örneğin Journal de Constantinople bile çoğu kişinin elinden geçmemişti. Oysaki onun sütunlarında da birbirinden ilginç haberler vardı. Örneğin tarımcı süvari birlikleri projesine dair ilginç haberlere denk gelmek mümkündü. Bkz. “L’un pour l’autre,” (no. 67, 11 Ocak 1848, 2) ve “Utilité de colonies militaires en Turquie,” (no. 114, September 1848, 1). Gazetelerin ve mecmuaların nezaketine hep inanmam işte bundandır. Eski bir mecmuaya eğilmek ve şu satırları okumak mümkündür: “Bugün, otuz senedir memleketi kahr ve zebûn iden istibdâd ve onun timsâl-i müşehhesi Yıldız’ın kuvve-yi ma’nevîyyesi ve maddîyyesi münhadim oluyor.” Sanki gazete kupürleri bana bakacak, kitaplar temiz yüzlü hemşireler gibi başımdan bir an olsun ayrılmayacaktı. Onların iyi yüreği ve iyi niyetiyle, ciltlenince toparlayan bir kitap gibi kendime gelecek, aradığım istikameti onlarda bulacaktım.
Bu naif düşünceler içindeyken başka bir sayfa (Tarih Hazinesi, no. 14, Aralık 1951) önüme düştü. Tanzimat abidesiyle alakalıydı. Gülhane Hatt-ı Hümayunu’nun okunduğu günün her yıl dönümünün törenle anılması, şenlikler yapılması için Sultan Abdülmecid’e bir mazbata sunulduğunu o kupürden öğrenmiş, hatta abidenin hikayesini bir romana dönüştürmeyi düşünmüştüm (tabii bu düşüncede kaldı). Mazbatayı imzalayanların başında hattat Kazasker Mustafa İzzet Efendi ile hariciye müsteşarı Âlî Efendi (meşhur Âlî Paşa) de varmış. Takvim-i Vekayi’nin haberine göre vekiller heyetinin kararı gereğince Gülhane’de fermanının okunduğu yere ve Bayezid Cami’nin avlusuna şaşalı birer Nişantaşı dikilecek, bunlara “Nişan-ı Adalet”, o geceye “Leyle-yi Adalet”, fermanın okunduğu yere de “Meydan-ı Adalet” denilecekmiş. Fakat abide dikme ve yıldönümleri tertip etme fikri alafranga bulunduğu, halk arasında çeşitli söylentilere sebep olduğu için asla gerçekleştirilmemiş, yalnız Brüksel’de tunç hatıra madalyaları bastırılabilmiş. Roman bu sürece odaklanacaktı. Madalyaların fotoğraflarını (Salt Araştırma’da Edhem Eldem Koleksiyonu’ndan mevcut. Madalyayı incelemek için Edhem Eldem’in Pride and Privilege: A History of Ottoman Orders, Medals and Decorations kitabının 170. ve 171. sayfalarına bakabilirsiniz) ilgiyle incelemiştim. Gülhane Hattı Hümayunu’nu temsil eden bir tomar kâğıdın resminin kazıldığını, tomarın kıvrımı üzerine Fransızca “Tanzimat”, diğer kısmına da Mustafa Reşid (Rechid) ve Âlî (Aali) paşaların isimlerini tomara bağlayan iki mühürün nakşedildiğini görmüştüm. Armanın muhtelif yerlerine Sultan Osman (Osman), Fatih (Mahomet II), Süleyman (Soliman), Köprülü Mehmed Paşa (Cupruli) ve İkinci Mahmud’un (Mahmoud) adları serpiştirilmişti. Armanın etrafında fermanın neticileri sıralanmıştı: (i) justice egale pour tous, (ii) l’instruction répandue, (iii) les arts de la pix encouragés, (iv) les droits de l’hospitalité maintenus, (v) la dignité de l’Empire relevee, (vi) protection aux faibles. Armanın altına Fransızca, “Abdülmecid tarafından Osmanlı saltanatının yenilenmesi” anlamına gelen şu cümleler yazılmıştı: “Régénération de l’Empire d’Osman par Abdul-Medjid.” M. Atis’e göre (Tarih Hazinesi, no. 14, Aralık 1951) madalyanın diğer yüzünde Osmanlı saltanatının ve hilafetinin sağlam temellere dayandığını, müthiş dalgalara göğüs germiş, sarsılmaz kayalar üzerine oturtulmuş bir kale halinde bulunduğu tasvir eden bir çizim vardı. Çizimin üstünde şöyle yazıyordu: “L’EMPIRE SUBSISTERA, DIEV LE VEUT” (Allah’ın izniyle imparatorluk bakidir). Dertsiz ve meselesiz kalmak istediğimden değil hakkını vererek gerçekleştiremeyeceğim için roman fikrinden vazgeçmiştim.
Vazgeçtiğim bir diğer hikaye ise Çırağan Yangını üzerineydi. Daha önce başka bir yazıda da Çırağan Yangını’na değinmiştim. Üstüne yazılıp çizilenler daima ilgimi çekmişti. Her dedikodu, her söylenti ayrı bir hikayeye gebeydi. Halk arasında, Çırağan’ın müştemilatında medfun dedelerin, gayrimüslim mebuslarla bir çatı altında olmak istemedikleri söyleyenler dahi olmuştu. Abdülhamid yandaşlarına göre yangının sebebi Yıldız’dan Çırağan’a getirilen eşyalardı. Bu eşyalarda Hamid’in ahı vardı. Cuma günleri mebus hanımlarının sarayı gezmelerine müsaade olunduğunu bilenler “Kadın gözü müessirdir, onların nazarı değmiştir” demişlerdi. Dönemin gazetelerinden Tanin halkın böyle saçma şeylere inanmasına tepki göstermiş, “Böyle yalanlara inanmakla hem kendi haysiyetimizi pay-mal ediyoruz, hem düşmanları güldürüyoruz. Çünkü ciddiyetimizin fıkdanına hükmediyorlar” yazmıştı. Yangının asıl sebebi birkaç devlet adamı hariç kimsenin umurunda değildi. Halkın nezdinde, aslan yurdunu tilkilere vermek Allah’ın öfkesini Çırağan’ın üstüne çekmişti. Yangının üstünden o kadar çok sene geçmişti ki yangının hiçbir önemi kalmamıştı. Önemi kalmayan her olay gibi bu olay da tarihçilere intikal etmişti. Kalorifer bacası, alt kattaki sobalar, meclis kahvesinin mangalı, mumlar, mebusların, misafirlerin ve odacıların sigaraları, hepsi tarihçilerin parmaklarının arasındaki kalemin ucunda hikâyenin bir parçası olmak için bekliyordu.
Yangının üstüne düşündüğümde sanki tılsımlı birinin ışıltısı beni ziyaret etmiş gibi hissediyorum. Çatı katında işini üstün körü yapan elektrik işçilerinin telaşına kulak kabartıyorum. Beş muhasebeci ve iki hademe, tavan arasından tuhaf bir gürültü işitiyor. Hademelerden biri “Faredir” diyor. Lafını bitirir bitirmez riyaset odasının tavanı dehşetle sarsılıyor. Düşünülecek ve hayal edilecek malzemeden bi’ nevi sarhoş oluyorum. En ufak fırsatta nükseden bu yazma isteğinin humma nöbetinden farkı yok.